8 Mart'ta trajediyi konuştuk.
Dün İngiltere Konsoslosluğu'nda düzenlenen panele katıldım. 8 Mart olması nedeniyle, konu kadınlardı. Konuşmacıların iş dünyası, akademi, Urfa gibi birbirlerinden farklı yerlerden geliyor olmaları çok iyi düşünülmüştü. Pınar Eczacıbaşı iş dünyasında ve mecliste kadının yeriyle ilgili çarpıcı verileri paylaştı. Ülkemizde kadının olmadığını gördük. Olsa da para kazanamıyor, sesini çıkaramıyor, mecliste temsil edilemiyor. Bir tek kadın Bakanımız var, büyük şehir belediye başkanımız hiç yok.
Gazeteci, yazar Mehmet Faraç konuşmasına, radyodan istek parça istediği için aile meclisinin kararıyla 16'sında öldürülen Hacer'in hikayesiyle başladı.Dün gibi aklımdaydı Hacer. Meğer 1996 yılında olmuş bu olay. 96'dan bu yana kadın cinayetleri azalmamış, artmış.Faraç maalesef gelecekten pek umutlu değildi, doğunun feodal yapısının bunu körüklediğini, köklü çözümler bulunamadığını söyledi. Hukuk ve akademi alanlarından da konuşmacılar vardı.
İngiltere'nin başında Kraliçesi var, İstanbul Başkonsolosu'nun da kadın olması dikkatimi çekti.Açılış konuşmasında, Başkonsolos Jessica Hand 15 yıl önce yaşadığı bir anısını paylaştı.37 yaşındayken, Belarus'ta görev yapıyormuş, bekarmış. Ona nasıl bir trajedi yaşadığını sormuşlar. Terk mi edildi, nişanlısı mı öldü, ne oldu da 37 yaşında evde kalmıştı? Onu çok iyi anladım. Panel sonrasında düzenlenen kokteylde hala bekar olup olmadığını sordum. Evlenmiş. O da, evlenmeme sebebimin sorulup sorulmadığını merak etti.''Sorulmaz mı? Çevrem benim için üzülüyor'' dedim.
Özetle kadının durumu trajik. Evde, işte, ailede, hatta dünyanın her yerinde.Bekarsanız bu trajik bir geçmişin sonucu. Evliyseniz, şiddet gören kadınların sayısı korkutucu.Çalışıyorsanız, ekonomik özgürlüğünüz var; ancak hem kadın hem erkekler tarafından yıldırılabilirsiniz. Tüm bu sorunlara çare olarak ta hep eğitim öneriliyor. Kadının da, erkeğin de eğitimi.Ben ayrıca psikolojik destek te verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yaşadığımız tüm bu nefretin arkasında bastırılmış öfke var. Dünya tarafından ezilmiş adam geliyor eve, karısını dövüyor. O en sevdiğini, çiçeğini. Kadın sineye çekiyor, gidecek yeri yok, haklarını bilmiyor. Ancak öğrenebilir, birey olabilir. Ben Mehmet Faraç'tan daha umutluyum. Türkiye'de her gün 5 kadın töre cinayetine kurban gitse de.Ufacık çocukların eline silah verip, onların da hayatlarını mahfeden aileler olsa da. Kadın femme fatal, hanım hanımcık, fedakar ana kimliklerine sıkıştırılmaya çalışılsa da. Arka kapak güzellerine, üçüncü sayfa haberlerine, erkek egemen düzene rağmen benim hala umudum var.
- Görsel ''Her Ses Bir Nefes" projesinden.
8 Mart'ta trajediyi konuştuk.
Reviewed by Arzu Pınar
on
Mart 08, 2012
Rating:
4 yorum
Çok ağır atıyoruz medeniyet dünyasındaki adımlarımız. Hep suçlu arıyoruz suçlara ceza verirmiş gibi yapıp havanda su dövüyoruz. Kakdına şiddetten bahsediyorum. Nasıl bir adettir karı koca arasına girilmez. Gözgöre göre dövüyor kadını araya girip ayırmaya kalkışıyorsun, kadın kocasından yana çıkıyor. Ayırmıyorsun vicdanın seni rahat bırakmıyor.
Erkek çocuklarına prens muamelesi yapılmaktan vazgeçilse keşke. Ve onlar da hayatın minik teferruatlarının ucundan tutmayı öğrenseler, hiç yoktan çaresiz kaldıklarını zannettikleri ilk andan itibaren içlerinden bu kadar büyük vahşeti kusmazlar belki o zaman. Kendi kendine yetebilen insanlar yaratmanın bu işin çözümünde büyük adım olacağını düşüyorum. :(
Ne kadar utanç verici, kadına şiddeti önlemek için yasa tasarıları konuşuluyor mecliste... Önlenemiyor çünkü. Namus, haysiyet, erdem diyerek işlenen cinayetlerde "indirim" yapılmasa daha iyi olmaz mı? Daha hayata dair hiçbirşeyin farkında olmayan katillere "namus için öldürdüm" dediği anda namusun tanımını yaptıracaksın aslında. Bakalım namusu nasıl tanımlıyor? Kaleminize sağlık Arzu Hanım. Keşke anlayabilseler...
Evet, keske indirim yapılmasa. Dialogun olmadığı ortamlarda hukuk ve teşhir tek çare. Cezalar artırılıp, bu kişiler topluma teşhir edilmeli. Belki korku ve utanç kendilerini tutmalarını sağlayabilir.
Vladimir ben de özellikle Türkiye'de çocuk yetişimini hiç beğenmiyorum. Erkek çocukları şişiriliyor, kızlar sindiriliyor.Sonuç çocuk kalmış yetişkinler oluyor.Anlamadığım bu kadar din ağırlıklı bir toplumuz, konu kadına dayak, töre, namus olunca herkes cellat kesilebiliyor, Allah'tan korkmuyor.
Sonuç olarak Lilith'ten Havva'ya geçiş hikayesi aslında aşağı barbar, orta barbar ve yukarı barbar dönemlerin medeniyet içinde geleneksel ve yazı biçiminde efsaneleşmiş tarihidir. Çünkü mitolojiler içlerinde toplumların yaşam biçimlerin saklarlar. Önemli olan doğru bakış açısıyla doğru yorumlar yapabilmektir. Daha net olursak, Lilith'ten Havva'ya geçiş anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş ve ataerkil topluma uygun bir kadın yaratılma hikayesidir. Ve bunun medeniyet içinde oluşmuş inanç sistemlerinin temelleridir.
Buradan da anlaşılıyor ki, aslında kadın kesinlikle Havva olamamıştır. İçlerinde bir yerlerde ve çağımızda hala Lilith'i aramaktadır. Ve bunu son yüzyılda Feminist bir akıma sokarak bu arayışın ancak ilk titreşimlerini atabilmişlerdir. Yine doğru bakış açısına gelirsek anlarız ki, aslında feminizm tam anlamıyla kadını anlatamaz, onu anlamak için en temel köklere inip vahşet çağı ve barbarlık çağını gözler önüne serip ona göre bakmak gerekir.
Bizim de yukarıda yapmaya çalıştığımız tam anlamıyla aslında budur. Kadın aynı barbarlık çağında olduğu gibi totemleri nasıl bilince çıkarıp tanrılaştıkça çağımızda da ancak kendini tarih temelleriyle beraber bilince çıkarabilirse Lilithleşebilecek yani özgürleşebilecektir. İşte o zaman cennetten kovulan Lilith yani kadın tekrar tarihi bilince çıkarmış yeni kuşak erkeklerle beraber yeni bir toplumu yani cenneti kurabilecektir.
İşte o zaman aşkın tanımı yeniden yapılabilir. Ve o aşkın içinde para, pul, mülkiyet, cinsellik ve her türden insanı esir eden hiçbir unsur bulunmaz.
http://cevrimbilimi.blogspot.com/2012/11/lilith-den-havva-ya.html
Yorum Gönder