EN ÖNEMLİ SORU
New York Üniversitesi'nde İşletme Koçluğu Eğitimi alırken, koçluğun Amerika'da çok ilerlediğini ve iyi koçların inanılmaz bir geliri olduğunu öğrenmiştim. Hocam ''Türkiye'de koçluğu araştır, eğer yükselişteyse mutlaka bu işi yap'' demişti. Özel bir yeteneğim olduğundan değil, ancak içinde yetiştiğim kültür bizi karşımızdakini rahatlatmaya, açılmaya, iletişim kurmaya yönlendiriyor. Biz birisi ziyaretimize gelse; ilk olarak çay, kahve, bir şeyler ikram ederiz. Güler yüzle karşılar, hemen konuya atlamadan, hal hatır sorarız. Bu adımlar yurt dışında, özellikle de batı ülkelerinde birer birer öğretiliyor. Karşınızdakine selam verinden başlıyor eğitim, artık düşünün durumu. Dolayısıyla da hem Türk, hem de iletişimci olunca Amerika'da dikkat çekmemem imkansız hale gelmişti. Yine de komplimanları red ediyor değilim, evet benim de koçluk becerilerime diyecek yok :))
Ancak içinde bulunduğum çıkmaz; bir şirket bizi tutup, ücretimizi ödeyerek, koçluk almasına karar verdiği kişiye yönlendirdiğinde bu sürecin başarılı olamayacağıyla ilgiliydi. İki kişi arasında kimyasal uyum çok önemli.Bunun da ötesinde ortak amaçta buluşmak da. Bir tarafın ihtiyacını, diğerinin karşılıyor olması lazım.Ancak her şey çok kolay olduğunda, yaygın deyişle ''armut piş, ağzıma düş'' olduğunda, bu mümkün mü? Kişi önüne hazır sunulanın değerini anlayabilir mi? ''Bugün git, yarın gel. Toplantım uzadı, biraz bekle'' tarzındaki yöneticilerle süreci hemen bitirmeli mi?
Uluslararası oluşumlar, koçukla ilgili derneklerin vb. bu konuda yönlendirmeleri bulunuyor. Yani koçluk çalışmasının ne zaman sonlandırılması gerektiğiyle ilgili çok net açıklamaları var. Hocama da sormuştum: ''Eğer ilerleyemediğinizi hissediyorsanız, 6 ay ve 1 yıllık değerlendirmelerle sonlandırın.'' demişti. Sonuçta zamanınızı veriyorsunuz. Eğer karşınızdaki kişi çalışmanıza değer vermiyorsa, size ihtiyacı olabilecek başka birisinin hakkından da alıyor. Bu durumda sonlandırmak en doğrusu.
Aklıma takılan bir diğer soru da egoyla ilgiliydi. İyi koçları dışında tutarak; piyasada dolanan ''sen harikasın, her şeyi yapabilirsin, iste yeter'' tarzı açıklamalarla; insanlara tam da ihtiyacı oldukları zamanlarda sanal bir güç aşılayanlarla nasıl farklılaşacaktık? İyi bir lider olabilmek diğerleriyle de bağ kurmak ve üst düzeyde sorumluluk alabilmekle mümkün. Diğerlerini güçlendirebilmek için öncelikle kendi düştüğü çukurların iyice farkına varması gerekiyor. Sonrasında ''diğerlerini'' de geçip, kendi parçası gibi görmek, önemsemek, en üst düzeyde sorumluluk almak...Bu da ''aslansın, kaplansın'' diyerek değil; tam aksine hangi sahte benliğe sarıldıysa yok etmeyi, neyi kendisine put edindiyse kırmayı gerektirmiyor mu? Ne kadar sancılı bir süreç olduğu şu bir kaç cümleden bile belli değil mi?
Beklenti bir kaç görüşme sonrası bir terfi, dokunduğu her şeyi altına çevirmek vs. ise ve karşısında hiç de dönüp bakmak istemediği şeyleri gözüne sokan birisi çıktığında kaç kişi dayanabilir? İstediğini vereceğine inansa elbette sabreder insan, değil mi? Ancak bunda da bir pazarlık durumu söz konusu. Ünlülerden örneğin Robin Sharma gibi birinin sözü kabul edilir, hatta onunla çalışmış olan birisi kendisini de daha önemli hissetmeye başlar. Bizim işimizse bu sahte önemin ötesine geçmek, gerçeğini ona göstermek. Böbürlendiği kişiden bile daha ötesi belki de kendisi!
Türkiye'ye döndüğümde kendi işimi kurdum. Hocamın tavsiye ettiği gibi, sadece koçluk üzerine değildi. İletişime uzun yıllarımı vermiştim, kolay kolay bırakamadım. İletişim danışmanlığı, eğitimleri ve koçluğu veren bir yapı oluşturdum. Koçluğu da kattım, ancak uzmanlığımız olan iletişimde kalarak.Eğitimlerle ilgili görüşmelerimde, ünlü eğitmenlerle çalışıp, çalışmadığım soruldu.''Bütçe ayırabiliyorsanız, tabi ki'' dedim. Çalışanların ünlü kişilerden etkilendiği, diğerleri ne kadar bilgili olursa olsun; o kadar ulaşamadığı satır altından iletildi bana. Koçluk kısmında, aslında biraz da mentorluğa kaydık. Anlatım becerilerini geliştirdiğimizde; sunumdan dijital yetkinliklere bilgi aktarımında bulunduğumuzda hiç bir sorun yaşamadım. Ancak derinlere inmek gerektiğinde, yani ego sınırlarını zorlamaya ve en önemli soruları sormaya başladığımda... Hala tam emin olamadığım konular, kafamda bazı sorular var. Gerçekten istiyor mu? Kaldırabilir mi?
Ünlülerle, hayran kalınan şovlar yapabilirim. Güzel zaman geçirilir, bir şeyler de öğrenilebilinir. Kazancıma odaklanabilir, en yüksek talep neyse, onu sunabilirim. Ya da? Ya da işe yarayabilirim...
Karşıma yine aynı soru çıkıyor: Ben ne istiyorum?
Ancak içinde bulunduğum çıkmaz; bir şirket bizi tutup, ücretimizi ödeyerek, koçluk almasına karar verdiği kişiye yönlendirdiğinde bu sürecin başarılı olamayacağıyla ilgiliydi. İki kişi arasında kimyasal uyum çok önemli.Bunun da ötesinde ortak amaçta buluşmak da. Bir tarafın ihtiyacını, diğerinin karşılıyor olması lazım.Ancak her şey çok kolay olduğunda, yaygın deyişle ''armut piş, ağzıma düş'' olduğunda, bu mümkün mü? Kişi önüne hazır sunulanın değerini anlayabilir mi? ''Bugün git, yarın gel. Toplantım uzadı, biraz bekle'' tarzındaki yöneticilerle süreci hemen bitirmeli mi?
Uluslararası oluşumlar, koçukla ilgili derneklerin vb. bu konuda yönlendirmeleri bulunuyor. Yani koçluk çalışmasının ne zaman sonlandırılması gerektiğiyle ilgili çok net açıklamaları var. Hocama da sormuştum: ''Eğer ilerleyemediğinizi hissediyorsanız, 6 ay ve 1 yıllık değerlendirmelerle sonlandırın.'' demişti. Sonuçta zamanınızı veriyorsunuz. Eğer karşınızdaki kişi çalışmanıza değer vermiyorsa, size ihtiyacı olabilecek başka birisinin hakkından da alıyor. Bu durumda sonlandırmak en doğrusu.
Aklıma takılan bir diğer soru da egoyla ilgiliydi. İyi koçları dışında tutarak; piyasada dolanan ''sen harikasın, her şeyi yapabilirsin, iste yeter'' tarzı açıklamalarla; insanlara tam da ihtiyacı oldukları zamanlarda sanal bir güç aşılayanlarla nasıl farklılaşacaktık? İyi bir lider olabilmek diğerleriyle de bağ kurmak ve üst düzeyde sorumluluk alabilmekle mümkün. Diğerlerini güçlendirebilmek için öncelikle kendi düştüğü çukurların iyice farkına varması gerekiyor. Sonrasında ''diğerlerini'' de geçip, kendi parçası gibi görmek, önemsemek, en üst düzeyde sorumluluk almak...Bu da ''aslansın, kaplansın'' diyerek değil; tam aksine hangi sahte benliğe sarıldıysa yok etmeyi, neyi kendisine put edindiyse kırmayı gerektirmiyor mu? Ne kadar sancılı bir süreç olduğu şu bir kaç cümleden bile belli değil mi?
Beklenti bir kaç görüşme sonrası bir terfi, dokunduğu her şeyi altına çevirmek vs. ise ve karşısında hiç de dönüp bakmak istemediği şeyleri gözüne sokan birisi çıktığında kaç kişi dayanabilir? İstediğini vereceğine inansa elbette sabreder insan, değil mi? Ancak bunda da bir pazarlık durumu söz konusu. Ünlülerden örneğin Robin Sharma gibi birinin sözü kabul edilir, hatta onunla çalışmış olan birisi kendisini de daha önemli hissetmeye başlar. Bizim işimizse bu sahte önemin ötesine geçmek, gerçeğini ona göstermek. Böbürlendiği kişiden bile daha ötesi belki de kendisi!
Türkiye'ye döndüğümde kendi işimi kurdum. Hocamın tavsiye ettiği gibi, sadece koçluk üzerine değildi. İletişime uzun yıllarımı vermiştim, kolay kolay bırakamadım. İletişim danışmanlığı, eğitimleri ve koçluğu veren bir yapı oluşturdum. Koçluğu da kattım, ancak uzmanlığımız olan iletişimde kalarak.Eğitimlerle ilgili görüşmelerimde, ünlü eğitmenlerle çalışıp, çalışmadığım soruldu.''Bütçe ayırabiliyorsanız, tabi ki'' dedim. Çalışanların ünlü kişilerden etkilendiği, diğerleri ne kadar bilgili olursa olsun; o kadar ulaşamadığı satır altından iletildi bana. Koçluk kısmında, aslında biraz da mentorluğa kaydık. Anlatım becerilerini geliştirdiğimizde; sunumdan dijital yetkinliklere bilgi aktarımında bulunduğumuzda hiç bir sorun yaşamadım. Ancak derinlere inmek gerektiğinde, yani ego sınırlarını zorlamaya ve en önemli soruları sormaya başladığımda... Hala tam emin olamadığım konular, kafamda bazı sorular var. Gerçekten istiyor mu? Kaldırabilir mi?
Ünlülerle, hayran kalınan şovlar yapabilirim. Güzel zaman geçirilir, bir şeyler de öğrenilebilinir. Kazancıma odaklanabilir, en yüksek talep neyse, onu sunabilirim. Ya da? Ya da işe yarayabilirim...
Karşıma yine aynı soru çıkıyor: Ben ne istiyorum?
EN ÖNEMLİ SORU
Reviewed by Arzu Pınar
on
Eylül 04, 2016
Rating:
Hiç yorum yok
Yorum Gönder