ÖNÜNE SONSUZ ENGELLER YIĞSALAR DA...
Güne, İlber Ortaylı'nın ''Atatürk Cumhuriyet'i beş yılda kurdu'' başlıklı röportajını okuyarak başladım. Atatürk'le ilgili, yeni bir kitap yazmış Ortaylı; özellikle de 1920-28 yıllarına odaklanmış. Eğer Atatürk, 1938 yılında değil de, 1928'de bile vefat etmiş olsa, Cumhuriyet'in devam edebileceğini iddia ediyor. Çünkü gereken tüm temeller beş yıl içinde atılmış. Ayrıca Atatürk'ün Balkan ve kültürel kökenlerine, müthiş vizyonunu nasıl geliştirebildiğine, kahramanların asilzade veya rahat koşullarda yetişenlerden değil, halk çocuklarından çıktığına da dikkat çekiyor. Atatürk ve arkadaşlarının fakir, mütevazi ailelerden gelseler de, kültürel donanımlarını en üst şekilde geliştirebilmeleri üzerinde durmuş. Bu konu beni de müthiş meraklandırıyor.
İnsan gelişiminde zorlukların çok önemli olduğunu hepimiz anlayabiliriz. Uzmanlar da, çocukları şımartmama, her istediklerini yapmama konusunda uyarıyorlar. Yaşadığımız zorluklar karşısında yılmamamız, sınırlarımızı görsek de, daha iyisi için uğraşmamız bizi güçlü kılıyor. Topluma değer katan, Atatürk gibi ölümünden 80 yıl sonra bile neredeyse her gün adı anılan büyük liderlerin şüphesiz çok da zor şartların üstesinden gelerek, kendilerini sıfır noktasından, emek emek, inşaa ettiklerini görüyoruz. Başarıları sadece hedeflerine ulaşmak ve günü kurtarmaktan kaynaklanmıyor, normal bir insanın çok ötesinde bir anlayış, vizyon da geliştiriyorlar. Bu vizyoner sıçrama insanlığı ileriye taşıyor. Yoksa sebat edip, cebini doldurmaya bakan da, güce ulaştıktan sonra şımaran da bol miktarda var. Çok az sayıda gerçek anlamıyla ''değerli'' insan yetişiyor.
Bu durumda hayatlarına imrenilerek bakılan, halk tabiriyle ağzında altın kaşıkla doğmuş olanlardan da medet ummamak, yine de aşırıya kaçan bir genelleme olur kanımca. Örneğin Ali Koç'un duruşunu beğeniyor; lider özelliklerine sahip olduğunu düşünüyorum. Ancak istisnalar olsa da, genel olarak İlber Ortaylı'ya da katılıyorum. Dayanacak hiç bir şeyinin olmaması, şansız bir durum gibi görünse de, aslında insana büyük bir de fırsat sunuyor. Çünkü konfor alanımızın dışına çıkmak yerine; rahata ve rutine kolaylıkla alışabiliyoruz. Sanki hayatın tek amacı güven içinde ve konforlu yaşamakmışcasına, bazen bu şekilde yıllar geçirebiliyoruz. Belki bir kriz, belki sürekli olacağını sandığımız mutluluğun aslında bizim kontrolümüzün dışında pek çok etkene bağlı olduğunu gösteren bir olay başımıza geldiğinde, iş işten geçmiş olabiliyor. Oysa tutunacak dalı olmayan, kimseye nazı geçmeyen, ''hamili kart yakınımdır'' diyemeyenler öyle mi? Gün yüzü görmüyor ki, rahata alışsın. Hep çalışacak, hep çabalayacak, değerlerini kaybetmeden dimdik durmak için direnecek...
Bunları yaşayanlar sanki Atatürk'ü de bir başka anlarmış gibi geliyor.
''Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Ülke için gerçek amaç ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat sen buna karşı direneceksin, önüne sonsuz engeller yığacaklardır; kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.''
diyen Mustafa Kemal Atatürk'ü...
Fotoğraf: Babamdan bana kalan, Atatürk'ün 1928 yılında çektirdiği, orjinal fotoğrafı. Çalışma masamın karşısına astım.
ÖNÜNE SONSUZ ENGELLER YIĞSALAR DA...
Reviewed by Arzu Pınar
on
Ocak 13, 2018
Rating:
Hiç yorum yok
Yorum Gönder