Vadim öylesine yeşildi ki...

















Haftasonu Erzurum’daydık. Öyle tatil veya akraba ziyareti için değil, iş için gitmiştik, iki kız, iki arkadaş berabere...Katılmamız gereken toplantının ardından Palandöken’deki dağ otelinde konakladık ilk gece, Erzurum’un meşhur kebabından yedikten sonra tabii, hani şu şişten lavaş ekmeğiyle çekip çıkardığın. Birbirinden pahalı dükkanlarında, tasarım olarak ta göz dolduran, oltu taşlı takıları aradıktan sonra. Bir kaç küpe, bir kaç ta tespih aldık her birimiz. Strese iyi gelirmiş bu kömür karası taş, pozitif elektirik verirmiş. Kimisi Rus malı olurmuş, onlardan almamak gerekirmiş.Orjinal, yani Türk malı olup olmadığı, ellerinle iyice ovuşturduktan sonra, üzerine nefesinle üflediğinde, buğulanıp buğulanmamasından anlaşılırmış. Hoş Rus malı olanlar dağın öte tarafı, Türk olanlarsa bu tarafından yapılırmış, dağ aynı dağ, kaynaksa tekmiş ama yine de orjinal ve sahte diye ayırırmış Erzurumlular. “Şu ikilik, şu dualite, şu ayrılık ne hınzır şey, taşta bile çıkıyor karşımıza” diye düşünürken, bir bakmışım ben de esnaflara “bizim taraftan olsun, sahte olmasın” demeye başlamışım.

Oltu taşının karasının aksine yeşildi Palandöken, ancak zümrüdün birbirinden farklı tonuyla bezenmiş, Çoruh nehrinin bitmek bilmezcesine, toprağa karışıp kaybolmakçasına akışıyla coşmuş, Arvin’den Erzurum’a uzanan vadi kadar değildi. İspir’den başladık Çoruh Vadisi’ni gezmeye, Artvin’deki Yusufeli’ne kadar gittik ertesi günü, pazar günü. Nehrin eşliğinde, akbabaların, kartalların, ara ara da yılanların... Her akbaba benim western filmlerinden bildiğim akbabalar gibi değilmiş; çeşit çeşit türleri varmış meğer. Bizim gördüklerimiz kartala çok benziyordu, yanımızda bilenler olmasa zaten ayırt ta edemezdik.

Dünyanın 35 sıcak bölgesinden biriymiş Çoruh Vadisi. Sıcak bölge tanımı hava sıcaklığını değil, dünya canlı türünün %70’ini barındırmasını ifade edermiş. Yurtdışından turistler gelirlermiş bölgeye, kimisi dünyada eşi benzeri zor bulunan lale türlerini aramaya, kimisi kuşları gözlemeye, kimisi de kelebekleri araştırmaya. Yöre halkı “işleri mi yok bu yabancıların, onca yolu neler için geliyorlar” demiyor, hoş karşılıyor her geleni, ne de olsa turizmin olması onlar için de gelir kapısı.

Elmasın değerini en iyi uzmanları anlar, kainatın sırlarını ise erenler. Çoruh Vadisi’nin güzelliğini anlayabilmek için ise aslında ne bilim adamı olmaya gerek var, ne de Atlas dergisinin maceraperest editörlerinden birisi. Hoş onlar da ara ara Çoruh’a uğrarlar, ancak bu bölgenin bakir kalmasını istediklerinden olsa gerek, tanıtımına sıcak bakmazlarmış. Çoruh; Kaçkarlar’a tırmanmak için gelen dağcıları olduğu kadar, yaz aylarında da raftingcileri ağırlarmış. Korkusuzların buluşma diyarıymış burası. Ayıları da meşhurmuş, ancak biz görmedik bir günlük gezimizde. Köy evlerini gezdik, piknik yaptık, nehrin büyüklüğüne ve gücüne inanamadık, yeşile ise hiç doyamadık.

30 yıldır yapılacağı söylenen, 13 köyü sular altında bırakacağı belirtilen barajın yapılmasına onay verilmiş bu yıl, dünyanın ikinci büyük dolgu barajı olacakmış, inşası on yıl sürecekmiş. Canlı türlerine ne olacağının, eko sistemi nasıl etkileyeceğinin üzerinde durulmazmış.Gerdek gecelerinde bakire çıkmadı diye genç kızlarımızın katlinin sürdüğü bu topraklarda, doğa harikası vadimizin bakirliği de gitti gidermiş. Baraj inşasını öğrendik ya, ne doğanın dinginliği, ne nehrin coşkusu kaçan keyfimizi yerine getiremedi bir süre.Yüzler asıldı, sigaralar yakıldı... Sonra; asırlardan günümüze miras kalan o bilgelik gün yüzüne çıktı. Her yeni gün yeni umutlara, yeni oluşlara gebe değil miydi? Çoruh yanıbaşımızda akıyordu gürül gürül, henüz el değmemişti, bunun değerini bilmek gerekti.
Vadim öylesine yeşildi ki... Vadim öylesine yeşildi ki... Reviewed by Arzu Pınar on Haziran 09, 2006 Rating: 5

Hiç yorum yok