Özgürlük Yolu

İddia ediyorum, hayat full moron olunca daha kolay. İş bulman da, para ve yükselme hırsı içinde, dört duvara hapsolmuş günlere katlanabilmen de, dinlere inanman da daha kolay. Denileni yapıp, vicdanını rahat tutman da, mutluluğunu para, aşk, seks gibi bir var, bir yok olan şeylere endekslemen de daha kolay. Düşünmezsin çünkü. Yoklamazsın ruhunu. Bir film paramparça etmez seni. Toplumdaki yaralar sarsmaz dengeni.

Belki de tüm eğitim sistemi, çalışma hayatı, evlilik kurumu insanın bu düzene katlanabilmesini sağlamaya yönelik.

Sadece çok zeki insanlar trendlere, gidişata, toplumun saçmalığına uyum sağlamayı red edebiliyor.
Bir kısmı intiharı ya da deliliği bile göze alabiliyor.

Sonuç ne? Daha mı mutlu oluyorlar? Kutsal kaseyi mi buluyorlar?

Kadınlar, tabi ki istisnalar olsa da geneli, hayatlarının anlamını, asla gelmeyecek, gelse de beş ay içinde değişip Hanzo'nun tekine dönüşecek olan erkeklere endeksliyor. Erkeklerse güçlü olmak istiyorlar, baktılar ki tren kaçtı, ne yapmak lazım, alkolle, maçla geçiriliyor günler. Krizden dert yanılıyor. Omuzlar her geçen gün daha da çöküyor. Komşunun kızı düşleniyor ve lanet ediliyor elden hiç bir şey gelmemesine.

Gelmez mi gerçekten?

Bu çaresizlik mi çıkardı, bilimum yeni çağ akımlarını, "secret" asparagaslarını, "düşle, olsun, içindeki güce güven" mantralarını?

Var mı içimizde güç?

Kontrol mu etmek gerekir o gücü?

Yoksa ona inanmamız yeter mi, şu anda, herşeyi değiştirmeye?
Tüm bu saçmalamalarım vizyonda olmayan, ama DVD ve VCD'lerini bulabileceğiniz, Sean Penn'in yönettiği into the wild filmini izlemiş olmamdan kaynaklanmaktadır.

Biliyorum, içimde böyle bir isyankarın yattığını. Hep red ettim, gittiğim tüm okulları bitirdim, kariyer bile yaptım. Kaçtım ondan, ama bir türlü peşimi bırakmadı. Karşıma çıkan erkekler işsizdi genelde. Birisi Hindistan'a yoga yapmaya giderken Türkiye'de mola vermiş, diğerinin bisikletle dünyayı turlarken, bisikleti bozulmuş İstanbul'da. Bir başkasının hayatında sadece müzik varmış.Diğeri matematikçi olmuş ama hayatında hiç çalışmamış, şirketlere karşıymış. Korktum, uzak durmaya çalıştım onlardan. Niye hep böyleleri beni buluyordu? Kelli felli iş adamları varken. Sürekli paradan bahsedenlere hiç şans tanımıyordum aslında. İnanılmaz sıkıcıydılar benim için, hala öyleler. Cevap yine içinde saklıydı. Diğerlerini de sorumsuz buluyordum ama. Al sana çift taraflı değnek.

Filmdeki kardeşimiz çok genç, çok zeki.Alaska'ya bi başına gidesi tutuyor. Parasını, kimliğini yakıyor, ailesine nerede olduğunu hiç bildirmiyor. Yolu kalbine dokunan insanlarla çakışsa da, gidiyor doğaya. Beş ay kalıyor Alaska'da, pusula, harita olmadan. Sonunda aradığını buluyor belki de. "Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir" yazıyor günlüğüne.

1968 doğumlu Chris McCandless'in gerçek hayat hikayesi. Fotoğraftaki de aktör değil, kendisi.

Çarptı beni film dün, hala kendime gelemedim.
Eskiden düşlerim vardı, güzel işler yapmak isterdim. Sanatı severdim, sanatçıları da. Büyünce anladım ki, orda da yoktu yaratıcılık, herkes paradan bahsediyordu. Belki de bundandır hayal kırıklığım. Düşlerimin sekteye uğramasından. "Chris gibi yollara düşeyim" desem, Picca'yı hatırlarım ilk olarak. "Özgürlük kafanın içinde zaten, kendini değiştir" desem, her ne kadar değiş Tonton çizgi filmleriyle büyümüş olsam da, zor olduğunu bilirim bunun.
Değiş Arzu. Tam şanzimanlı bulaşık makinası olmaktan çık bakiim.
Özgürlük Yolu Özgürlük Yolu Reviewed by Arzu Pınar on Mart 18, 2009 Rating: 5

22 yorum

Ümit Kurt dedi ki...

Beş ay geçmiş filmi izlememin üstünden ama şu an dahi filmin ismini görür görmez tüylerim diken diken oldu. Alexandar'ın hayatı, düşünceleri, söyledikleri, söylemedikleri, benim hayatım, düşündüklerim, yaptıklarım, yapamadıklarım ve daha bir sürü şey... Ayrıca Eddie Vedder'ın sesi, müzikleri insanı büyülüyor filmde kesinlikle... Ben de böyle bişeyler karalamışım zamanında. Filmden sonra yapacağımı, değiştireceğimi söylediğim şeylerin çoğunu gerçeğe dönüştüremedim maalesef... Umarım sen değiş diyen o sesi dinleyip gerçeğe dönüştürebilirsin, neleri değiştirmek istiyorsan...

ekoturka dedi ki...

"Karşı Pencere" bu sorunun yanıtını veriyor aslında!

Arzu Pınar dedi ki...

sayfandan aşağıdaki repliği kopyaladım. çok çok güzel.

"- Ben de seni özleyeceğim Ron. Ama hayatın bütün keyfi insan ilişkilerinde yatıyor sanıyorsan yanılıyorsun. Tanrı etrafımıza yerleştirmiş. Her şeyin içinde var. Deneyimlediğimiz her şeyin içinde. İnsanlar sadece başka türlü bakmayı öğrenmeli..."

Arzu Pınar dedi ki...

"hayatında seni mutsuz edenleri değiştir " gibi mi? ekoturka. tavukçu yerine pastacıda çalışmak yetecek mi?

Adsız dedi ki...

Film beni çok derinden etkilemişti..Alexander benim kahramanım oldu..son günlerini çok acı çekerek yaşadı ama eminim ki bu seçiminden hiç pişman değildi..ne istediğini çok net biliyordu..bizlerin sorunu hala ne istediğimizi bilememek..ya da bilsek de cesaret edememek..alışkanlıklarımızdan koparsak nasıl tepki vereceğimizden,kendimizden korkmak.. kendimizi tanımak için riske girememek..biz hala çevrenin bizi resmettiği o insan olduğumuza inanıyoruz..gerçek beni bulmak yürek ister..
işte tam da bu yüzden Alexander bir kahraman..o başardı...
Darısı başımıza..
Sevgiler,
özlem

Arzu Pınar dedi ki...

ben niye daha donanımlı gitmediğini de düşündüm özlem.üzüldüm onun için. ama fotoda ne kadar mutlu görünüyor alexander supertramp :)

Handan dedi ki...

Bir "Bir Çift Yürek"i okuduğumda, bir de bu filmi izlediğimde, herşeyi bırakıp alıp başımı gidivermek istemişimdir. Ama bence de paylaşmak şart. Ailemi de sürükleyeceğim onun için :D

Arzu Pınar dedi ki...

:) harika handan. yaşadıklarını blogla da bizle de paylaşırsın.

Adsız dedi ki...

Ben de çok düşündüm bunu Arzu..Sanırım ailesinin statü saplantılarından,maddeye bağımlılıklarından,çevre için yaşamalarından çok sıkılmıştı ve parayla alınan her şeyi reddetmişti..Doğa ona her ihtiyacını karşılayacaktı..sadece içgüdüsel kararlar aldı..Seçtiği hayat için yetiştirilmemişti ama yine de elinden geleni yaptı..Belki de başarsaydı biz onun adını hiç duyamıycaktık..Böyle olması gerekiyordu demek ki,kısacık hayatında çok büyük mesajlar vermesi gerekiyordu ..bizlere,düşünebilenlere..Huzur içinde olsun ruhu(ki öyledir :)
özlem

Vladimir dedi ki...

Etkileyici bir filmdi, ben de geçtiğimiz günlerde TV de denk geldi izledim. Üzerine düşünülecek bir film, izlerken dahi insanın aklına çok şey geliyor. Sean Penn cidden iyi, durağan manazaraların arasına insanların duygularını, bakış açılarını yerleştirebiliyor, o manzaralara, insanlara bakarken baş karakterin duygularını yaşamayı mümkün kılıyor.

Arzu Pınar dedi ki...

belki bizim için, belki de onun son dileğiydi paylaşmak; film aracı oldu. güzel bir ruhmuş.

evet vladimir, sean penn gittikçe efsane olmaya doğru gidiyor.

Brajeshwari dedi ki...

hemen izlemeliyim..

çok güzel bir yazıydı Arzucum..
özellikle şu cümle çok etkiledi beni " Düşünmezsin çünkü. Yoklamazsın ruhunu" ne doğru..

Arzu Pınar dedi ki...

:) teşekkür ederim. tavsiye ederim kesinlikle. beni sıkı salladı film.aramızdaki bağı hissettim.

sufi dedi ki...

Ben de izlemedim ama söz izleyeceğim ve sonra belki tekrar sana döner yorum yaparım.Ancak anladığım kadarıyla senin de ruhun özgürlükten yana. Dağlarda gezen çobanlara zaman zaman ben gibi özendiğine eminim.

Arzu Pınar dedi ki...

burç boğa olunca çok yerleşik bir insan oluyorsun, ama belli ki ruh içerleren özgürlük diyor.tam çelişki işte.

mali dedi ki...

"mutluluk parfüm gibidir, kendine sürmeden başkalarına hissediremezsin" gibi çok sevdiğim bir sözü hatırladım yazıyı okurken.

sevdiğimiz şeylerle değilde belki elimizde varolan şeylerden mutluluğu aramak daha bir "özgürce" ve "kolay" sanki... nasıl olsa elinde, nasıl olsa senin!! polyannacılık mı olur yoksa o biraz?

Arzu Pınar dedi ki...

neden polyannacılık olsun? insanların çoğunun yaptığı yanlışı tekrar etmemiş olursun. ne eksikse onun peşinde koşarlar ya. peşte koşmakla geçen hayatlar.bence de doğru mali.

Delfina ; dedi ki...

Arzucum ben de etkisinden kurtulamamıştım bir hafta,etkileyici ve çaresiz hissettirici bir film..Biraz ileride doğal alanı koruma görevlileri varmış,neden onları göremedi neden biraz kuzeye gidemedi diye sinir olmuştum kendi kendime...

Allah rahmet eylesin diyelim :)

Mert Tanaydın dedi ki...

İçinde huzursuz bir kor taşıyordu, ama sanki doğaya güveniyordu Alexander Supertramp. Hırslı insan doğasının yerine esirgeyen doğayı tercih etmişti. Doğanın yaban tarafı bile aslında insanların kurdukları mekanizmalardan çok daha samimi, dürüst mekanizmalar sunuyordu, ta ki bu mekanizmayı bir kere yanlış okuyuncaya kadar. Botanik kitabında birbirine çok benzer iki bitkiyi karıştırdığı için doğada ölekaldı Supertramp, eğer doğru bitkiyi yeseydi devam edecekti hayatına, mutluluğa ve özgürlüğe. Yabanın sertliği burada olmalı, ayağınız tökezleyebilir ve sizi tutacak güvenlik ağları yoktur. Ama insanlar arasında başka bir mekanizma işliyor: Güvenlik ağları var olmasına rağmen, insanlar birbirlerinin ağlarını kesmeye gayret ediyor. İnsanlar arasındaki güveni tesis edecek olan da statü değil, açık iletişim değil midir?

Arzu Pınar dedi ki...

merhaba delfina. ben de yoluna çıkanlar, aslında daha ileri gitmemesi için miydi diye düşünmüştüm. onları sevmişti de çünkü, kalsa, hayatta olabilirdi. ama kendi seçimi oldu.herhalde açlıktan çok güçten düşüp, ilerleyemedi.Allah rahmet eylesin.

mert, süper yazmışsın. doğada diri ve farkında olmak zorunda insan. yoksa hayatından oluyor. şehir yaşamında ise uyumak zorunda, yoksa çok ağır geliyor çıkar ilişkileri. bu durumda da gerçek yaşam orada gibi bir çıkarsamaya varabiliriz.

maviseyyah dedi ki...

Merhaba bende bir yorum yapabilirmiyim izniniz olursa.

Benim hayatım oldum olası niçin yapılmış diye bir yanım sorgular.Fırsat buldukça kitap okuyorum.Bir engelli olarak hayatımın bir dönemi geçirmek zorundayım.Yani bundan sonra böyle geçireceğim.Durumumu anlattım.Şimdi varmak istediğim nokta, aslında ne olmak diye bir şey düşünmemek lazım.Ne olacaksak o olduğumuz şeyi sevmemiz.Bizler herzaman bir arayış içindeyiz.O arayışı bir yere vardırmak zorunda değiliz.O zaten bizim genlerimize kodlanmış.Ve arayış, yaparken bitcek hayatımız.Benim öyle şayet sizleri eklemeden bunu diyorum.
film ise içinden gelen bir adam hayatını yaşıyor.Çok kısa bir dönem.Ama kaç insanın görebileceği, yaşayabileceği kadar yaşıyor.Saniyeleri bile anlamlı.bir okadar dolu ve bilgin bir şekilde geçiyor.İçimden bir ses o adam kendi istdiğini yaptığı için acaba gerçekten mutlumuydu.Yoksa ? soru işareti içinde varmıydı.

Arzu Pınar dedi ki...

teşekkür eder mavi seyyah. yazdıkların çok doğru, kendimizi sevmemiz, hayatın amaç peşinde biteceği, şu an.
çok etkilendim o filmden.ölümüne gitti resmen. sonunda yazdıkları, paylaşıldığında gerçek olması, o anda hissetiği eksikliği yansıtıyordu. belki zehirlenmiş bir vücudun tükenmişliğindendi,belki de o dolu yaşamda vardığı algı zenginliği.
otobüsün önündeki gerçek fotoğrafına bakınca bile öyle etkileniyorum ki.üzüldüm ben sonda.