İNSAN KAYNAĞI DEĞİL, ''İNSAN''

Dün İnsan Kaynakları'yla ilgili bir kongreye uğradım, bir kaç sunumu izleyip, aralarda sektörden tanıdıklarla söyleştim. Eskiden yanında çalıştığım bir Direktörle kendi işimi kurmam üzerine,  kaç yıl tecrübe kazanmış olduğumun üstünden yıl artı ay toplayarak geçtik. ''Girişimciler yıl, ay hesaplarıyla ilerleyemezler. Bu işin tek bir yolu var; cesaretini toplayarak, okyanusa dalmak'' diyerek konuyu uzatmadım. Sonuçta 20 yıl önceki halimi biliyor, onun gözünde hala küçük bir asistanım. Ancak bu sürede ağırlıklı olarak Amerika ve son dönemde de Çin'deki gelişmeler dünyayı değiştirdi. Artık 17 yaşındaki orta halli bir genç, odasında ya da Silikon Vadi'sinin moda tanımıyla evinin garajında geliştirdiği bir programla milyarlar kazanabiliyor. Değerini anlayamayanların evlerine sokmayacakları bir tablonun fiyatı, devasa fabrikalardan, binlerce kişilik işletmelerden daha yüksek olabiliyor. Bilgiye, donanıma, sermayeye ulaşım kolaylaşırken, fark yaratacak yeteneği bulmak zorlaşıyor. İşte yeteneği bulmak, eğitmek, tutmak İnsan Kaynakları (İK) uzmanlarının alanı. Bu alanda düzenlenen kongrelerin kalabalıklığından İK'cıların değişimleri ve yenilikleri yakından takip etmeye meraklı olduklarını görebiliyorum. Ancak bu yenilikler kurumlara adapte edilebiliyor mu? İnsan kaynağına bakış değişiyor, yetenek görüldüğünde tanınabiliyor, yoksa hala lisans, yüksek lisans, iş değişikliklerinin ara vermeden, usturuplu yapılması gibi konulara mı bakılıyor? Sahi, insan kaynakları alanında uzmanlaşmak, insanın uzmanı olmak kaç yıl alıyor?

Akşamında, 7 veya 8 yıldır devam ettiğim Felsefe Seminerleri'ne gittim. Özgeçmişe yazsaydım bilirdim tam kaç yıl olduğunu, ancak şu anda emin değilim. Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, tek bildiğim felsefenin beni çok zorlamış olduğu. Haftada bir gün, 3 saat, akşamları. Yazları ara verdik. Günün yorgunluğuyla uyumamak için kendimi zor tuttuğum, dikkatimi odaklamaya çalışırken gözlerimden yaşlar geldiği, anlamakta zorlandığım, kimi zaman da içimde öyle bir yerlere dokunup beni erime noktasına getiren seminerleri Metin Bobaroğlu veriyor. Kişisel gelişimde süreklilik ve disiplinin çok önemli olduğunu duymuştum. Bu seminerlerde sabrettiğimden dolayı çok memnunum. Kendi gelişimimle ilgili yaptığım en iyi şey oldu. İnsan, mutluluk, adalet, hayatın anlamı gibi konularda düşünmüş filozoflar. İnsanın düşünce gelişimini bilmenin iletişim, insan kaynakları gibi alanlarda çalışanlara, ancak özellikle de yöneticilere büyük faydası dokunabilir. Düşünsenize eskilerin büyük liderlerinin hepsinin filozof hocaları vardı ve onların yanında uzun yıllar özel olarak eğitiliyordu. Büyük İskender, Fatih Sultan Mehmet'ler. İnsanı anlamadan, kendini bilmeden nasıl büyük lider olabilirlerdi?

Ne tesadüftür ki, Metin Bobaroğlu da insandan bahsetti dün akşam. Kelime kökenine indi. Batıdan human, humanitas ve veritastan geliyor. Veritas adalet kısmını vurguluyor insanın. Doğuda ünsiyet ve enis, yakın olmak anlamında. Yakın olduğu da Allah. Yakınlık ve adaletle insan olmaya hak kazanıyor doğan. İnsan olabilmek kolay değil yani, her doğana insan denmiyor, beşer deniyor.Kızılderili adetlerinde her doğana isim verilmemesi, bu ismi hak etmeleri gerektiklerini hatırlattı bana.

Dünyayı yöneten, Harvard, Oxford gibi önde gelen üniversitelerden mezun, müthiş parlak yöneticilerden örnek verdi. Çok zengin ailelere mensup, zevkli giyinen, güzel görünen, iyi eğitimli, üst düzey insanlar. Sonra okyanuslarda kaç tane atom bombası deneyi yapıldığını sordu. Bilemedik. Cevap 500. Bu son derece tahsilli, kültürlü, özel yetiştirilmiş, elit insanların kararlarıyla, okyanuslara 500 adet atom bombası atıldı. Dünyamız, havamız, suyumuz zehirlendi. Nazım Hikmet'in Hiroşimo'da öldürülen kız çocuğuyla ilgili yazdığı şiiri ve  şarkısını dinledik sonra. ''Çocuklar öldürülmesin. Şeker de yiyebilsinler'' diyordu Nazım.

Araştırma sonuçlarının, Japonların sokaklarda en yoğun olduğu saat olarak 8.30'u göstermesinden dolayı,  analatik zekası yüksek uzmanlar atom bombasının bu saatte atılmasını önermişler. Amerika'nın o dönemdeki, önemli yöneticileri onaylamış ve o sabah Japonya'da yüzbinlerce insan öldürülmüştür.

Nazım Hikmet'in şiirini yazdığı, Hiroşimo'da atom bombasının yaydığı radyasyon sonucu hastalanarak ölen küçük kızın ismi Sadako'dur.Anısına Hiroşima ve Seatle'da anıt heykeller yapılmıştır.

Biz şimdi bombalama sürecinde görev alan, karar veren insanların isimlerini bilmiyoruz. Ancak Nazım Hikmet'in ismini biliyoruz.Çünkü insanlık için, özgürlük için hayatının büyük bir bölümünü hapislerde geçirmiş, memleketinden hasret yaşamış ve aşağıda da bir örneğini görebileceğiniz, muhteşem şiirleriyle bize insan olmayı hatırlatmıştır.

Dünya ve insanlara verdikleri zararlar gibi, bu iyi eğitimli, zeki, parlak kişiler şirketlerde de kötülüğün parçası olmaya devam ediyorlar. Kendilerine makul gelen sebeplerle,  insanlıktan nasibini almamış kararlar verebiliyorlar. Gösterişli özgeçmişleri, prezantabl görünümleriyle İnsan Kaynakları uzmanları ve birlikte çalıştıkları yöneticiler tarafından önleri açılabiliyor, güç ve yetki alanları genişleyebiliyor.

Ancak insan olabiliyorlar mı? Mesele bu.Belki de İK'cılar iş görüşme ve performans değerlendirme formlarına iki hane daha eklemeliler: Adalet ve yakınlık. İnsan olmanın iki özelliğini. Karar verirken adil mi, hak hukuk gözetiyor mu? Adamlarına, ekibine, insanlara yakın mı? İnsan olamadan, yetki, güç, mevki alınamasa keşke.

Mesele sadece bu kadarla da kalmıyor. Her an, her birimiz o isimsizler ordusunun da bir parçası olabiliriz. Dünyayı aydınlatanlardan da olabiliriz. Beşer olarak doğduk, yaşıyoruz da; bakalım insan olabilecek miyiz?


Not: Nazım Hikmet'in şiirini okumak isterseniz:


KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim,
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
Göze görünmez ölüler.
Hiroşima 'da öleli,
Oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım.
Büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
Gözlerim yandı kavruldu
Bir avuç kül oluverdim.
Külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
Hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki kaât gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
Teyze,amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler.

Nazım Hikmet

İNSAN KAYNAĞI DEĞİL, ''İNSAN'' İNSAN KAYNAĞI DEĞİL, ''İNSAN'' Reviewed by Arzu Pınar on Kasım 05, 2014 Rating: 5

2 yorum

Benden Bizden dedi ki...

Bayıldım bu yazına, beni benden aldı.
Ne güzel bağlamışsın konuları, kavramları.
Umarım değer katabilenlerden oluruz, çorbada iyi anlamda tuzumuz olur bu diyarlardan gittiğimizde.
İnsan olarak ölürüz, beşer olarak değil de.
Livaneli'nin ezgisi kulağımda. Bugün böyle gideceğim uykuya.
İyi geceler..

Arzu Pınar dedi ki...

Teşekkür ederim. Dün akşamki Metin Bey'in eğitimi de bende bu hisleri uyandırdı. Onun ateşiyle yazmışımdır.